FİTOALEKSİNLER VE SİSTEMİK UYARILMIŞ DAYANIKLILIK (SAR)
FİTOALEKSİNLER VE SİSTEMİK UYARILMIŞ DAYANIKLILIK (SAR)
Phytoalexin Yunanca bir terim olup ; phyton= bitki, alexin = koruyucu anlamındadır( Ersek and Kiraly 1986;Bavaresco and Vezzulli 2006). Bitkiler, biyotik ve abiyotik herhangi bir stres faktörüyle karşılaştıklarında biyokimyasal ve fizyolojik tepkiler göstermekte; bazı kimyasal bileşikler sentezlemektedirler. Sentezlenen maddelerin cinsi ve miktarları, bitki türlerine ve hatta genotiplerine göre değişebilmektedir. Bu mekanizma, bitkilerin hastalık etmenlerine karşı gösterdiği dayanıklılığın en önde gelen nedenlerinden birisidir. Bitkilerin biyotik ve abiyotik bir etmene maruz kalmaları sonucu, bitkide sentezlenerek biriken küçük molekül ağırlığına sahip antimikrobiyal bileşiklere fitoaleksin adı verilmektedir. Uyarılmış dayanıklılık, bitki bünyesinde fitoaleksin birikimini sağlayarak hastalık etmeninin gelişmesini engelleme ilkesine dayanmaktadır. Hyoscyamus albus ve patates (Solanum tuberosum) bitkisinde de bulunan ve patlıcanın önemli fitoaleksinlerinden olan lubimin ve diğer seskiterpen fitoaleksinlerin birikimi, patateste birçok mikroorganizmaya karşı dayanıklılığı sağlamaktadır.
Solanaceae familyasının üyesi olan domateste fitoaleksin oluşumu ile ilgili çalışan Kroon ve ark. (1991), in vitro koşullarda fitoaleksin biriktirme ile Fusarium oxysporum f.sp.lycopersici’ye dayanım arasında bir interaksiyon bulunup bulunmadığını araştırmışlar ve kallus kültürünün domateste F. oxysporum sp. lycopersici’ye dayanıklılığın belirlenmesinde güvenilir biçimde kullanılabileceğini öne sürmüşlerdir. D’Harlinque ark. (1995) da, domateste hücre süspansiyon kültüründe uyarıcı katkısı ile risitin fitoaleksininin birikimini sağlanmışlardır. Stoessl ark. (1972 ) biberde ilk kez kapsidiol fitoaleksinini, M. fructicola ile enfekte edilen biber meyvelerine ait diffüzatlardan elde etmişlerdir. Daha sonra çeşitli fungus ve bakterilerin de aynı şekilde kapsidiolü meydana getirdiği bulunmuştur (Üstün,1990).
P. capsici Leon. etmeni ile inoküle edilen biber meyvelerinde oluşan kapsidiolün, fungusun misel gelişimi ve enzimleri üzerinde etkili olduğunu belirlenmiş ve bu hastalık etmeninin gelişimini durdurmada kapsidiolün etkisinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir (Molot ark.,1980). Biberde başlangıç eksplantı olarak çimlenen embriyoların radikula kısımlarını kullanan ve buradan geliştirilen kallustan hücre süspansiyonlarını kuran Hoshino ark. (1994), uyarıcı olarak P. infestans’ın iki ana bileşeninden birisi olan araşidonik asiti hücre süspansiyonlarına ilave etmişlerdir. Bunun sonucunda iki farklı seskiterpenoid fitoaleksini olan kapsidiol ve risitin birikimi ortaya çıkmıştır. Ülkemizde, uyarıcı uygulamaları ile biber meyvelerinde kapsidiol birikimi ve bunun P.capsici Leon.’ye dayanıklılıktaki etkisine ilişkin ilk çalışma Üstün (1990) tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada, farklı uyarıcılar üç biber çeşidinde farklı miktarlarda kapsidiol birikmesine neden olmuşsa da dayanıklı ve duyarlı çeşit ayırımında kapsidiolün tek başına etkin bir parametre olmadığı tespit edilmiştir.
Hyoscyamus muticus kök kültürlerinden lubimin ve solavetivon izole ederek bunları değişik analiz yöntemleri kullanarak tanımlamışlardır (Ramakrishna ark.,1993). Mehmetoğlu ve Curtis (1997) de aynı bitki türünde, hidrojen peroksit, metil jasmonat, salisilik asit ve etanol elisitörlerinin lubimin ve solavetivon birikimi üzerindeki etkilerini incelemişler ve hidrojen peroksit dışındaki diğer elisitörlerin değişik oranlarda lubimin ve solavetivon birikimini artırdığını bildirmişlerdir. Lubiminin ve diğer seskiterpen fitoaleksinlerin birikimi, patateste birçok mikroorganizmaya karşı dayanıklılığı sağladığı, çok sayıda fungusun gelişimini engellediği ve patateste aktif dayanıklılık sisteminde önemli rol oynadığı bildirilmektedir (Desjardins ark.,1989). Verticillium solgunluğu, toprak kökenli bir patojen olan V. dahliae’nin yol açtığı patlıcan hastalıklarından birisi olup yetiştiriciliği ve üretimi olumsuz yönde etkileyen solgunluklardandır. Verticillium solgunluğu hastalığına neden olan esas olarak iki tür bulunmaktadır: Verticillium dahliae Kleb. ve V. albo-atrum Reinke et Berth. Bu funguslar toprak kökenli hastalıklar arasında yer almakta, genellikle kötü yapılı topraklarda ve düşük toprak sıcaklıklarında ortaya çıkmaktadırlar. Hastalık, sıcak bölgelerde özellikle sera alanlarında problem olmaktadır. Toprak kökenli hastalıklarda yetiştiriciliğin yapıldığı yerlerde dayanıklı çeşit kullanılması, hastalığın ortaya çıkmasını engellemek veya çok az etkili olmasını sağlamak suretiyle en etkili mücadele yöntemi olarak bilinmektedir. Verticillium solgunluğu hastalığına karşı dayanıklılık geliştirme konusunda birçok çalışma yapılmıştır. Orenstein ark.(1989), V.dahliae fungusuna ait toksinlerin domates ve patlıcanlarda kök uzaması ve ikincil köklerin gelişimi üzerinde engelleyici etki yaptığını belirlemişlerdir. Jarl ve ark. (1999), Verticillium’a dayanıklı bireyler elde edebilmek için S.melongena ve S.torvum arasında protoplast kültürleri yapmışlardır. Araştırmanın sonucunda normal tohum setleri dahil olmak üzere patlıcanın morfolojik karakterleri birleştirilerek tarla koşulları altında denenmiş, Verticillium’a dayanıklılık gösteren 12 bitki seçilmiştir.
Resveratrol (trans-3, 4’, 5-trihydroxystilbene), 72 adet bitki türünde bulunan 31 cins ve 12 familyada da¤ılım gösteren bir fitoaleksindir. Üzüm ve kırmızı şarap gibi üzüm ürünleri ile yer fıstığı, yer fıstı¤ı ya¤ı, şam fıstı¤ı, siyah çikolata ve kakao likörü gibi di¤er bitkisel ürünlerde do¤al olarak bulunan antioksidandır. Resveratrol’ün pıhtı önleyici, çeşitli fungus ile virüs gelişimini durdurucu ve kansere karşı engelleyici etkisi vardır. Üzümlerde resveratrol miktarı asmanın yetiştirildi¤i toprak, hava gibi koşullara, Botrytis cinerea adı verilen küfle enfekte olmasına ve ş arapçılıkta kullanılan yöntemlere ba¤lı olarak de¤işebilmektedir. Üzümlerde resveratrol sentezi stres, zedelenme, enfeksiyon ve UV ışınları gibi dış faktörlere ba¤lı olarak de¤işim göstermektedir . Resveratrol üzüm kabuklarında 5-7 ppm , çekirdeklerinde 1 ppm, etli kısımlarında 0.1 ppm’den azdır.
Hastalıklar sadece ürün miktarını düşürmekle kalmazlar, aynı zamanda ürünün kalitesinide etkilemektedirler.
Fitoaleksinler
Bu enzimlerden kitinaz ve glukonazlar, fungal hücre duvarında bulunan kitin ve glukonu eritici enzimlerdir.Kitinaz enzimini kodlayan genler bitkiye aktarıldığında hastalık belirtilerinin önemli ölçüde azaldığı gözlenmiştir. Bu geni taşıyan fasülye, çeltik ve tütün bitkileri Rhizoctonia solani’ye karş ı önemli dayanıklılık göstermiştir (Broglie ve ark., 1991). Kitinaz ve glukonaz genleri birlikte aynı bitkide ifade edildiğinde elde edilen dayanıklılığın daha da arttığı gözlenmiştir (Zhu ve ark., 1994; Mauch ve ark., 1998). Bu iki enzimi birlikte taşıyan bitkilere, ribozomları inaktive eden proteinleri kodlayan üçüncü bir gen aktarıldığında bitkilerde gözlenen dayanıklılık çok daha artmıştır (Jack ve ark.,1995). Benzer biçimde, yüksek düzeyde fenilalanin amonyum liyaz (PAL) enzimi üreten tütün bitkilerinin Cercospora nicotianae hastalığına karşı dayanıklılığı önemli ölçüde artırmıştır (Way ve ark.,2000). Yukarıda verilen bazı örneklerde de görüldüğü gibi konukçu kaynaklı bazı enzimlerin konukçunun bazı hastalıklarına karşı dayanıklılığında önemli rol oynadıkları anlaşılmaktadır.Bu enzimlerin en önemlilerinden bazıları Litik enzimler,peroksidaz, polifenoloksidaz,fenilalanin, amonyum liyaz, esterazlar,B-Glukosidaz,NADPH Oksidaz,proteaz.
Umaerus (1959) patates mildiyösüne dayanıklı ve duyarlı farklı patates yapraklarının peroksidaz aktivitesini mukayese etmiş ve düşük düzeydeki tarla dayanıklılığının düşük peroksidaz aktivitesiyle ilişkili olduğunu bulmuştur. Virüs enfeksiyonu konukçu dokusunda peroksidaz aktivitesinde artışa neden olarak bakteri çoğalmasına önemli derecede engel olur.
Fenilalanin amonyum liyaz (PAL) fenolikler, fitoaleksinler ve lignin sentezindeki gerekliliğinden dolayı hastalığa dayanıklılıkta dikkate alınan en önemli enz Phytophthora infestans’ın uyumsuz bir ırkı, yaralanmış patates yumru dokularına inokule edildiğinde konukçunun NADPH oksidaz’ ı bu olaydan hemen sonra aktif hale gelmiş ve hipersensitiv hücre ölümü ve fitoaleksin üretimine eş zamanlı olarak süperoksit anyon O2 - üretimi gerçekleşir (Doke, 1983a; Doke ve Chai, 1985). P. infestans ile inokule olan patates yapraklarında O2 - -üretimini aktive eden NADPH oksidaz sistemi hem uyumlu hemde uyumsuz ırkların penetrasyonundan önce meydana geldiği anlaşılmış fakat O2 - -üretimi uyumsuz ırklarda değil uyumlu ırkların penetrasyonu sonucu aktive olmuştur. O2-üretim sistemi; P. infestans’ ın cystosporlarının çimlenme sıvısının yaprak dokusunda iken aktif olmuş ve uygun ırklar için patates yapraklarına inokulasyondan önce çimlenme sıvısının muamelesi hassaslığı azaltmıştır (Chai ve Doke, 1983).
Pseudomonas syringae pv tomato enfekte olmuş domates bitkilerinde amonyak meydana getirerek nekroz sendromuna sebep olduğu düşünülmektedir (Bashan ve ark. 1980). Bu amonyak üretimi hücre proteinlerinin proteolitik bozulması ile meydana gelen amino asitlerin deaminasyonundan kaynaklanır. Hem konukçu hem de patojen proteaz oluşturur. Farklı Pseudomonas türlerinin kültürlerde proteaz üretim yetenekleri ile domates bitkilerinde hastalıklara sebebiyet verme ve enfekte etme yeteneği arasında ilişki bulunamamıştır. Her nasılsa P.syringae pv. tomato tarafından enfekte olmuş 20 domates çeşidindeki preteolitik aktivite ile hastalık şiddetli arasında büyük bir ilişki gözlenmiştir. Bir çok dayanıklı çeşitteki proteolitik aktivite hassas çeşitlerdekinden daha azdır. En dayanıklı çeşitlerin proteolitik aktivitesi hassas olanlarınkinden daha düşük bulunmuştur (Bashan ve ark., 1986). Yaprak yaşlandıkça hastalıklı yapraktaki proteolitik aktivitede azaldığı için yaşlı yaprakların hastalığa karşı daha dayanıklı oldukları gözlenmiştir (Yunis ve ark., 1980). Bu sonuçlar hastalığa dayanıklılıkta proteazların ne kadar önemli olduğunu göstermektedir (Bashan ve ark., 1986).
Bakteriler, funguslar, virüsler ve nematodlar gibi birçok organizma için besin kaynağı olan bitkiler, patojenlerden soyutlanamazlar fakat, kaçınılmaz olan patojen saldırılarını algılamak ve karşı koymak için evrim sürecinde uygun savunma stratejileri geliştirmişlerdir. Bitkiler patojen istilasına etkili bir biçimde durdurabilmek için yapılarında varolan fiziksel ve kimyasal engeller kadar, patojen atağı ile aktive olan, uyarılabilir savunma tepkilerini de kullanırlar. Bitkiler farklı stres faktörlerine karşı aynı veya benzer savunma mekanizmaları geliştirmişlerdir. Bitkiler stresi ya tölere etmekte yada ondan kaçınmaktadırlar. Stres faktörleri yapısal ve metabolik hasarlara neden olmaktadırlar. Bu hasarlar tersinir ya da geri dönüşümsüz olabilirler. Bu yüzden bitkiler sekonder metabolitlerin yanı sıra başka savunma yolları geliştirmişlerdir. Bunlar dehidrin veya PR proteinleri gibi spesifik proteinler, fenilpropanaoid yolunun aktivasyonu, reaktif oksijen türlerin oluşumu, antioksidanların aktivasyonu, thionin, thaumatin, kitinaz, glukanaz gibi PR proteinleri, fitoaleksinler, düşük molekül ağırlıklı fenolikler, savunma enzimleri ve düşük sıcaklık, ağır metaller, ozmotik stres, ozon ve patojen gibi stres faktörlerine karşı sentezlenen diğer savunma faktörleri, programlanmış hücre ölümü olan HR, SAR vs.’dir.
Birçok bitki türü bazı hastalıklara karşı doğal olarak dayanıklılık gösterirler. Genelde bir bitkide hastalık oluşturabilen bir etmen başka bir bitkide herhangi bir hastalık oluşturmayabilir. Bu durum genel dayanıklılık veya temel dayanıklılık olarak adlandırılmaktadır. Bu tip dayanıklılık uzun ömürlüdür. Genel dayanıklılığın mekanizması birçok durumda bitkide patojen sporlarının gelişmesini, hücre ve dokuları enfekte etmesini önleyici olmasından kaynaklanmaktadır. Bitkideki kütikula, hücre çeperinin yapısı, fenolik bileşiklere ya da hastalık etmeni tarafından uyarılabilecek bir savunma sistemine sahip olması, o bitkinin hastalığa karşı dayanıklı olmasını sağlamaktadır.
İLETİŞİM
Hizmetlerimiz hakkında detaylı bilgi almak için hemen iletişime geç.